Dünyanın en prestijli motor sporlarının başında gelen Formula 1, yıllar geçtikçe daha da büyük bir takipçi kitlesine sahip oluyor. Bizi neredeyse her hafta sonu ekran başına kilitleyen, takımların ve sürücülerin sınır tanımayarak yarıştığı bu kıyasıya geçen mücadele, en büyük yükselişlerini geçtiğimiz yıllarda yapmış olsa da kökeni çok daha eskilere dayanıyor. O zamandan bugüne otomobil dünyasına kazandırdığı çok şey var. En ufak milisaniyelerin bile büyük önem taşıdığı yarışlarda, takımlar en hızlı arabalara sahip olmak amacıyla mühendisliğin sınırlarını zorluyorlar. Mühendislik dünyasına kazandırdıkları çözümler ilerleyen yıllarda dünyanın en pahalı otomobillerinden, her gün kullandığımız binek otomobillere adapte ediliyor.
Çekiş kontrol sistemi
Çekiş kontrol sistemleri bugün kullandığımız binek araçlarda sıradan bir donanım olarak görülür. Elektronik donanımlarla otomobilin hızlanma anında spin atması için ne kadar güce gerek olduğunu hesaplar ve eğer motorun tekerleklere gönderdiği güç spin atmaya yetecek kadar fazlaysa bu gücün tekerleklere gitmesini önler, otomobili spin atmaktan kurtarır. Bugün kullandığımız binek araçlarımızı düşündüğünüzde faydalarını görmek hiç de zor değil. Özellikle dönüşlerde ve ıslak zeminde çok daha güvenli sürüş yapmamızı sağlıyor. Elektronik sensörler, saniyede binlerce kez ölçüm yapabildiğinden dolayı tekerlekler ve yol arasında sürtünme kuvveti düştüğünde dahi otomobil yol tutuşunu kaybetmiyor ve sürücü daha farkına bile varamadan olası bir kontrol kaybını önlüyor. Günümüzde güvenliğimiz için son derece önemli bir sürüş teknolojisi olsa da 90’lı yıllarında başında Formula 1’de pistte daha hızlı olabilmek amacıyla kullanıldı.
Formula 1 araçları çok yüksek torka ve beygir gücüne sahip olduklarından dolayı özellikle viraj çıkışlarında ve hızlanma anlarında pilotların gaz pedalına olması gerekenden fazla basmaları çok değerli saniyeler kaybetmelerine, hatta çakıl havuzunu boylamalarına sebep olabiliyor. Bunun önüne geçmek için tasarlanan sistem, sürücülerin viraj çıkışlarında çok daha agresif olabilmelerini ve dolayı olarak daha iyi tur süreleri elde edebilmelerini sağladı. Sistem pistlerde ilk kez 1990 yılında görüldü.
Karbon fiber
Günümüzde egzotik ve süper otomobillerin vazgeçilmez materyali karbon fiber, Formula 1 dünyasında ilk olarak 1980 yılında McLaren takımı tarafından kullanıldı. O zamana kadar kullanılan alüminyum ve benzeri materyallere kıyasla hem daha güçlü hem de daha hafifti. McLaren takımı karbon fiberi ilk defa sürücülerinin güvenliği arttırmak amacıyla monokok şasi tasarımında kullandı. Pilotların güvenliği artırmanın yanında daha hafif, hızlı ve stabil bir otomobil de yapmış oldular. O tarihten itibaren kabron fiber kullanımı Formula 1 araçlarında artmaya devam etti. Şu anki Formula 1 araçlarının en kritik parçaları karbon fiberden üretiliyor ve ortalama olarak hacimlerinin %85’e yakınını karbon fiber malzemeler oluşturuyor. Günümüzde üretilen süper arabalarda görülmeye alışkın olunan malzeme, hem kullanıcıları mükemmel görünüşü sayesinde cezbediyor hem de güvenliği elden bırakmadan daha hızlı olmalarını sağlıyor.
DRS
“DRS” (Drag Reduction System) Formula 1 dünyasında ilk kez 2011 yılında yer aldı ve hala kullanılmaya devam ediyor. Aracın arka kanadında yer alan sistem, yarış kuralları gereğince sadece DRS bölgesinde kullanılabiliyor. Antrenman ve sıralama turlarında DRS bölgesindeyken hiçbir kısıtlama olmadan kullanılabilirken yarış esnasında kullanabilmek için öndeki araçla aradaki farkın 1 saniyenin altına inmesi gerekiyor. DRS bölgeleri her pist için özel olarak belirleniyor ve belirlenirken düzlükler tercih ediliyor.
Düzlüklerin tercih edilmesinin en büyük nedeni sistemin aracın hava sürtünme katsayısını ve dolayısıyla yol tutuşunu düşürerek çalışması. DRS sistemi aracın arka kanadının bir bölümünün açısını değiştirerek arka kanadı açıyor ve daha az sürtünme olmasını sağlayarak aracın düzlükteki süratini artırıyor. Bu sayede yarış içinde geçiş yapmak eski zamanlara kıyasla çok daha kolay hale geldi.
DRS sayesinde süre anlamında tur içinde maksimum verim elde ediliyor. Yol tutuşun pek gerekli olmadığı düzlüklerde yol tutuştan ödün verilerek daha yüksek hızlara ulaşılabiliyor fakat virajlı bölümlerde tekrar istenilen yere basma gücü elde edilebiliyor.
Aslında bu tarz fikir ilk kez 2010 yılında McLaren takımı tarafından kullanıldı. “F-Duct” adı verilen sistemleri çalışma prensibi açısından DRS’den daha farklıydı fakat DRS gibi düzlüklerde sürat artışı sağlıyordu. Sistem pilotların düzlüklerde kokpit içerisinde bir hava borusunu elleriyle kapatmalarıyla devreye giriyordu. Kokpit içerisinde kapatılan boru, aracın gövdesindeki çok kompleks bir hava tüpü sisteminin bir parçasıydı. Boru kapatıldığında sistem basınç farkı yaratarak aracın arka tarafındaki hava sürtünme katsayısını düşürerek sürat artışı sağlıyordu. 2010 sezonu boyunca diğer takımlarında kopyalayarak geliştirdiği F-Duct sistemi sezon sonunda yasaklandı ve DRS sistemi kullanılmaya başlandı. DRS sistemi bugün süper spor otomobillerde nadiren de olsa görülen aktif aerodinamik sistemlerin bir bakıma temelini atmış oldu.
Aktif süspansiyon
Aktif süspansiyon sistemlerinin bugünün binek araçlarına birçok faydası var. Elektronik sistemler otomobilin yoldaki anlık durumunu, yolun durumunu ve diğer çevresel etkenleri hesaplıyor; bu veriler ışığında gerçekleşecek senaryoları büyük bir doğrulukla kısa süre önceden tahmin edip süspansiyonları gerekli şekilde saniyede binlerce kez ayarlıyor. Örneğin engebeli bir yoldaysanız aktif süspansiyon sistemi bunu otomatik olarak algılıyor ve süspansiyonları yumuşatarak konforunuzu artırıyor. Virajlı bir yoldaysanız dönme anında dış tarafta kalan tekerleklere binen yükü dengelemek amacıyla gerekli ayarlamaları yapıyor ve olası bir savrulmayı engellemiş oluyor. Şu an genellikle üst sınıf otomobillerde yaygın olarak kullanılıyor. En üst sınıf otomobillerde kaza anında yolcuları korumak amacıyla görev yapıyor. Otomobilin her tarafında bulunan elektronik sensörler oluşacak kazayı önceden tahmin ediyor ve çarpışmanın olacağı tarafı yükselterek çarpışma sonucu açığa çıkacak enerjiyi aracın kapıları yerine daha sağlam olan şasisine yayıyor. Böylelikle yolcular kaza anında daha güvende oluyorlar.
Formula 1 dünyasında ilk kez “Lotus Type 92” aracında 1983 yılında kullanıldı. Aracın tabanı ile asfalt arasındaki mesafeyi ayarlayan sistemin çalışma mantığı aerodinamik olarak aracın yere basma kuvvetini artırmaktı. Lotus mühendisleri o zamanlar yaşadıkları yol tutuşu problemlerine böyle bir çözüm getirdiler.
Mücadelenin böylesine sıkı ve başa baş geçtiği Formula 1 dünyasında bu tür çözümleri görmek artık pek sıra dışı değil. Yıllar geçtikte takımlar önceki tecrübelerinden ve teknolojinin sunduğu imkanlardan daha fazla yararlanıyorlar ve “Yok artık!” dedirtecek çözümlerle pistte yerlerini alıyorlar. 2021 sezonu daha yeni başlamış olmasına rağmen orta sıraların çok rekabetli geçeceği şimdiden belli oluyor. Sezon boyunca böyle bir rekabet ortamında bu tarz inovatif çözümler görmemiz oldukça muhtemel.
İlginizi çekebilir: Dijital Ayak İzi Nedir? Nasıl Bilinç Kazanabiliriz?