Zaman kavramı üzerine hiç düşündünüz mü? Hayatta her şey zamana bağlı olarak kronolojik bir düzende ilerliyor. Geçmiş, şimdi, gelecek… Erken, geç, tam zamanında… Tüm bu durumları ortaya çıkaran “zaman” olgusunun aslında insan icadı bir yanılgı olabileceğini düşünmek size nasıl hissettiriyor? Zamanı ölçebilen tek şeyin yalnızca bir saat olabildiğini fark etmek, işleri algı noktasında biraz karıştırıyor. Bu durumda da ortaya bilinçli veya bilinçsiz olarak “anakronizm” çıkabiliyor! Peki “kronolojik hata” olarak tanımlayabileceğimiz anakronizm tam olarak nedir? Nerelerde kullanılır? Birlikte bakalım.
Anakronizm Nedir?
Anakronizm, kelime kökeni olarak Yunanca “ανά” (karşısında) ve “χρόνος” (zaman) kelimelerinin birleşimine dayanır. Türkçeye Fransızca “anachronique” kelimesinden geçmiştir. Herhangi bir kişinin, olayın veya varlığın içinde bulunduğu zaman dilimi ile kronolojik açıdan uyumsuz olması anlamına gelen anakronizm; sanatta, edebiyatta, sinemada ve daha pek çok alanda kullanılıyor. Bilinçli veya bilinçsiz olarak ortaya çıkabilecek bu kronolojik uyumsuzluk, zaman kavramının göreceliliği üzerine pek çok fikir veriyor. Algımızın zaman ve mekan dahilinde yan yana getiremediği bu birliktelikler, anakronizm ile birlikte sanatsal bir noktaya ulaşıyor. Örneğin, headset takan bir Fransız subayına hiçbir fotoğrafta rastlayamazsınız çünkü tarih buna henüz izin vermemişti. Anakronik bu zaman bozumu ile “hata” dediğimiz zamansal kaydırmalar, sanatta yeni bir algı oluşturmaya yardımcı oluyor.
Sanatta Anakronizm
Daha önce bu kavramla hiç karşılaştınız mı? Karşılaşmadığınızı düşünüyorsanız dizi ve filmlerde zamansal yanlışlıklara rastlayıp rastlamadığınızı hatırlamaya çalışın. Belki tarihi bir filmde yanlışlıkla kadraja giren son model bir araba görmüşsünüzdür. İşin bu boyutu gerçek bir hata olsa da bu da tam olarak anakronizmle ilgili. Bazı dizi ve filmlerde ise geçmişin etkisini iyi şekilde aktarabilmek için bilinçli olarak bu yönteme başvuruluyor. Leonardo da Vinci’nin 1948 yılında resmettiği “Son Akşam Yemeği” tablosunda ise tarih ve yer olarak orada bulunmaması gereken portakallar görüyoruz. Cemal Süreya bir şiirinde Marilyn Monroe ve Nietzsche’yi buluşturuyor. Gerçekte bir araya gelmesi imkansız olanların bu birliktelikleri zamanın lineerliğini ortadan kaldırıyor ve insan algısını serbest bırakıyor. Bu noktada zaman ve mekan gibi ayrılmaz iki parçaya sabitlenmiş insan, birçok farklı kompozisyon kurabiliyor. Örneğin, en sevdiğiniz tarihi kişilikle Starbucks’da buluştuğunuzu hayal edin ya da Napolyon’un eline bir telefon tutuşturun. Bu çok eğlenceli değil mi?
Saydığımız örnekler her alanda kullanılabilir. Örneğin, son zamanlarda oldukça popüler olan dijital kolajlar ve photoshop ile anakronik çalışmalar yaratmak mümkün. Daha önce de bahsettiğimiz gibi içinde bulunduğumuz tarihin sınırlarından sıyrılarak her şeyi hayal etmemize yardımcı olan bu kavram, binlerce kompozisyon yaratabilir. Peki ya siz, herhangi bir şeyi içinde bulunduğu zamandan çıkarıp çok farklı bir zamana yerleştirecek olsaydınız neler yaratırdınız?
İlginizi çekebilir: Toplum 5.0: Teknoloji Tabanlı, İnsan Merkezli