ABD’li suç psikoloğu Philip Zimbardo’nun 1969’da yaptığı bir çalışmadan yola çıkılarak 1980’li yıllarda Wilson ve Kelling tarafından geliştirilen “Kırık Camlar Teorisi” güvenlik uygulamalarına farklı bir yaklaşım getirmiştir.
Kırık camlar teorisi, özellikle kriminoloji alanında toplumdaki cinayet, gasp, tecavüz gibi ciddi suçlarla ve duvarlara yazı yazmak, insanları rahatsız etmek, gürültü yapıp kavga çıkarmak gibi toplum huzurunu bozan durumları açıklamaya yönelik olarak ortaya çıkmıştır. Kırık camlar teorisi ile bir toplumdaki küçük ve önemsiz sayılabilecek dağılmış çöp kutuları, kırık dökük binalar ve duvar yazıları gibi fiziksel düzensizlikler sembolleştirilmiştir. Teori, bu düzensizliklerin bölge insanı üzerinde sahipsizlik ve denetimsizlik hissi uyandırdığını ve daha ciddi suçlara yol açtığını ileri sürmektedir. Aynı zamanda, kırık camlar olarak sembolize edilen düzensizlikler; ciddi suçların ön habercisi olarak görülmekte ve böylece bir bölgenin toplumsal olarak güvenli olup olmadığına ilişkin bir kriter olarak ortaya konulmaktadır.
ABD’li suç psikoloğu Philip Zimbardo’nun öğrencileri ile yaptığı bir deneyde fakir ve suç oranı yüksek Bronx ile yaşam standardı yüksek insanların yaşadığı Palo Alto’ya plakaları sökülmüş ve kaputu açık birer araç bırakılmış. Bronx’taki araç 3 gün içerisinde tüm parçaları sökülmüş ve yağmalanmış iken Palo Alto’daki araca kimse dokunmamış. Bunun üzerine Zimbardo ve öğrencileri ellerinde çekiç aracın yanına gitmiş ve kelebek cama ilk darbeyi indirmiş. Anında etrafa toplanan zengin ve beyaz insanlar aracı çok kısa zamanda kullanılmaz hale getirmişler. Kaynakta deneyi söyle sonuçlandırmış Zimbardo: “İlk camın kırılmasına izin vermemeniz gerek, aksi halde olacak kötü gidişatı engelleyemeyiz.”
Kırık camlar teorisini toplumun her alanında görmek mümkündür. Örneğin, kurumlarda ortaya çıkan insanların olumsuz davranışları incelendiğinde; ilk etapta görmezden gelinen, önemsenmeyen ya da zamanında müdahale edilmeyen etik dışı davranışlardan kaynaklandığı görülmektedir. İşleri özensiz ve yanlış yapan bir çalışana, herhangi bir yaptırımda bulunulmaması sonucunda bunu gören diğer çalışanların da zamanla işlerini aksattıkları görülebilmektedir. Bu nedenle bir kurumdaki bütün uygulamaların her çalışana adil bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Aksi takdirde çalışanlar, “Herkes yapıyor nasıl olsa bir şey olmuyor, o zaman ben de yapabilirim.” düşüncesine kapılarak bir boş vermişlik hali içine girebilirler ve bu durum gün geçtikçe kurumdaki herkesi etkiler.
Örneğin bir okulu düşünelim. Sınıfta bir çocuk olumsuz kelimeler kullanır ya da davranışlar sergilerse, kötü bir örnek teşkil edecek bir iş yaparsa ve buna karşılık bir tepki görmezse bu olumsuz durum salgın gibi hepsine yayılır. İlk cam kırılmış ve kimse bundan dolayı cezalandırılmamıştır. Bu durum diğerlerine bunu yapmanın hak olduğunu gösterecektir.
Her şey o ilk müdahale edilmeyen yanlışlarla başlıyor. Tedbir alınmadığı durumda büyük suçlara davetiye çıkmış oluyor.
İlginizi çekebilir: Duygusal Dayanıklılık (Resilience) Nedir? Nasıl Geliştirilebilir?