Uçağın kapısına doğru sakin sakin giderken ekranda uçağınız için “kapı kapandı” bilgisi ile karşılaştınız mı hiç?
Geçtiğimiz Cuma akşamı eşimle havaalanına gidip tüm kontrolleri geçtikten sonra ekrana baktığımızda rötar olduğunu gördük ve “hadi şurada biraz soluklanalım” dedik. Başka arkadaşların da katılımı ile sohbete dalıp, rötarlı saate doğru kapıya yöneldiğimizde ise uçağı kaçırdığımızın farkına vardık! Meğerse bizim rötar daha sonra iptal olmuş ve uçak vaktinde kalkmış.
Yıllardır bunca uçuş deneyimine rağmen ilk kez böyle bir durumla karşılaştık… Oysa iki günlük kısa tatil için bütün planlar yapılmıştı. Doğruca bilet satış ofisine döndük, bu sefer de ertesi akşama kadar tüm uçakların dolu olduğunu öğrendik. Neyse ki bizim açımızdan akşam, 2,5 saatlik heyecanlı bekleyişin ardından, çok düşük olasılık verilen bir sonraki dolu uçağa yedekler arasından binerek mutlu sonla bitti.
Fakat bu 2,5 saat boyunca yedekten gitme şansı bulamama durumunda yapılabilecek diğer opsiyonlar için havayollarının bilet satış gişelerinin önünde hummalı bir telaş içindeydik. Alternatif planları oluşturmanın da verdiği rahatlıkla biraz kafamızı kaldırıp etrafa bakınca da gördük ki, ne çok kişi uçak kaçırıyormuş!
İşte size 2 saat boyunca baskı altındaki kişilerin davranış modellerini bol bol gözlemleme fırsatı… En çok yaşanan duygu: öfke!
Kişi tek başına ise kendine kızıyor; bu süreçte vakit kaybına neden olan tüm kişi ve unsurları ortamda bulunan hepimiz dinleyip öğreniyoruz. Eğer iki kişiler ise, genellikle biri diğerini sorumlu tutuyor ve inanılmaz tartışmalar yaşanabiliyor. Taraflar böyle yükselmişken, çözüm için birinden bir talepleri olduğunda genellikle karşı taraftan olumlu geri dönüş alınamıyor. Örneğin satış gişesinde çalışanlar, belli ki bu konularda eğitimli ve bu tip durumlarda yolcu ile empati yapmasını öğrenmiş olsalar da, bir noktadan sonra yapabileceklerini dahi yapmaktan vazgeçiyorlar.
Duyguları yönetme ve öfke kontrolü açısından dakikalar içinde bu kadar gözlem şansı bulunca, kendi yaptıklarım geliyor aklıma… Bazen evde, bazen işte yükselişlerim, yükseldiğimi göre göre kendimi yönetemeyip olayların daha da olumsuza doğru gelişmesine neden oluşlarım… Bazen trafikte birine kızıp ve ona uyup kısa bir süre dahi olsa dengeyi kaybetmelerim…
Oysa neredeyse iş yaşamında çeyrek asır ve insan kaynaklarında on yıl biterken, bunca zaman içinde belki de öğrendiğim en önemli şeylerden birisi, baskı ve stres altında performansını koruyabilmek, uzun vadede başarılı olmanın en temel unsurlarından birisi…
İnsan kaynaklarında uzun yıllardır çok yaygın biçimde kullanılan değerlenme ve gelişim merkezi uygulamalarında, katılan adayların özellikle zaman baskısı altında bol alternatifler arasından zor kararlar vermesi istenir ki, tam olarak da bu tip durumlardaki davranışları gözlemlenebilsin… Bazı katılımcılar bu tip uygulamalarda yaratılan vakaların gerçek hayatta karşılarına gelmeyeceklerini söyleyip, stres nedeniyle asıl performanslarını ortaya koyamamaktan yakınırlar.
Bu tip durumlar elbette günlük rutin içinde çok sık karşımıza gelmez ama iş hayatında belki de geleceğimizi belirleyen şey, geldiğinde bizim nasıl bir tutum ile yanıt verdiğimiz… Havayolu bilet satış gişesinde, trafikte, ergen yaşlarındaki çocuğun ile evde girdiğin tartışmada veya işyerinde birlikte çalıştığın kişiler ile kurduğun diyaloglarda, aslında onların ne yaptığından çok, senin ona nasıl yaklaştığın belirleyici oluyor.
Burada yaşanabilecek uç düzeydeki olumsuz bir örnek seni gazetelerde üçüncü sayfa haberi yaparken, sürekli ve tutarlı biçimde duygu ve öfkeni yönetebilmek iş hayatında gazete ve dergilerde manşet yapıyor.
İnsan kaynaklarında çalışmanın en güzel yanlarından birisi hikaye biriktirmek… Ben de bir çok başarı hikayesinin yanında, düşüş, kayıp hikayelerine de tanıklık ettim. Bu hikayelerin kahramanları ile konuşurken, çoğu süreçte bir yerde kontrolü kaybettiklerini, aslında kendilerine yenildiklerini seslendirdiler. Öyle ya belki de manşete taşınabilecek kim bilir kaç hikaye, kahramanların kendine yenilmesi ile üçüncü sayfaya kaymıştır?