Ebeveynlerin seni anlamıyor ve evet, çoğu zaman sen de onları anlamıyorsun çünkü bambaşka bir atmosferde yetiştiniz, çevrenizdeki düşünceler değişti, doğrulara inançlarınız da tamamıyla farklılaştı. Bir şeylerin zaman içerisinde sürekli değişip dönüşmesi kadar doğal başka bir döngü de olamaz. Sanırım ebeveynlerimizi anlayabilmemiz ya da hayatı biraz daha kolay kavrayabilmemiz için öncelikle bunu kabullenerek işe başlamalıyız. İşte 90’ların sonunda doğmuş birinin gözünden 3 farklı kuşak!
X kuşağı dediğimiz grup, 1965-1979 arasında doğmuş kimselerdir. Sancılı dönemlere şahitlik etmiş bu grubun en önemli felsefesi “Yaşamak için çalışmaktır.” Para onlar için fazlasıyla önem arz etmektedir. Ellerinde olmadan kendilerini zaten sancılı dönemlerin içinde bulduklarından bir de üstüne kendileri sancı doğurabilecek risklerden hoşlanmazlar. Onlar belirsizliği yoğun bir şekilde gördükleri için hayatlarını bir şekilde garantiye alma üzerine kurgularlar. Biz çocuklarının da garantici biri olmamızı istemeleri böyle düşününce gayet doğallaşıyor değil mi?
Otorite ve saygı algıları olan bir gruptur X kuşağı. Çünkü eğer otoriteye saygı duyar ve çok çalışırsa başarabileceğine inanır. Gelenek göreneklerine hala bir şekilde bağlı, iş hayatı başta olmak üzere hayatta alt-üst ilişkisini çoğu zaman hisseder ve hissettirirler. Kendi refahlarını kendileri oluşturmaya çalıştıklarından özgüvenleri de yüksektir. Aslına bakarsak özgüvenlerinin düşük olması gibi bir şansları pek de yoktur.
Bu şekilde düşününce “Önce bir altın bileziğin olsun.” lafı o kadar da anlamsız olmuyor değil mi?
Gerçekten endişelerle dolu bir kuşak mıyız?
X kuşağı, tüm bu sancılı dönemleri geçirmişken yerine gelecek kuşağa refah dolu bir alan bırakmış olmalıydı. Buradan yola çıkarak Y kuşağı için temel ihtiyaçlarının çoktan karşılanmış olduğu bir dünyanın içine düşmüşler desek yanlış olmaz. Ucundan bucağından da olsa Y kuşağını yakalamış biri olarak ihtiyaç hiyerarşisini düşündüğümüzde yaşantımızı sürdürebilmemiz için gerekli olan çoğu şey doğduğumuzda zaten elimizdeydi. “İyi” bir dünyanın içindeydik ve aslına bakarsak çevremizdeki çoğu şey de gerçekten iyiydi. Çocukluğumun dizilerine baktığımda hep bir “Aile güzeldir, arkadaşlık önemlidir.” temaları mevcut. İlk defa kendi çabamızla birileriyle arkadaş olmamız gerçekten de hayatımızın önemli olaylarındandı bizim için çünkü başta da belirttiğim gibi “Yarına yiyecek bir şey bulabilir miyim acaba?” gibi endişeler bizim için çok eskiden söylenen sözlerden ibaretti yalnızca. Bunları yalnızca duymaya mahkumduk gibi bir his vardı içimizde. Belki bu kadar bile kafa yormamışızdır bunun üzerine. Konu böyle olunca da ister istemez bizler öncekilerin gözünde “şımarık” gibi sıfatlara sahip olduk. Bir noktada bu şımarıklığın bizim adımıza büyük bir lüks olduğunu da söylemek yanlış olmamalı. Sanırım asıl mesele de tam olarak burada başlıyordu.
İşler karanlıklaşıyor mu?
Bunca zaman deyim yerindeyse ekmek elden su gölden yetişmiş olan Y kuşağının elinden imkanlar alınıyor, hem de onlara hiçbir şey sorulmadan. 2008 ekonomik kriziyle kendinden iyice söz ettirmeye başlayan üniversiteli gençler işsiz kalıyor lafları en çok Y kuşağını vurmuş bulundu. Tam da kendi ekmeklerini kazanmaları gerekecek bu zamanda işin gerçeklik boyutuyla karşılaşmak doğal olarak hoş bir etki yaratmadı üstlerinde. Çünkü onlar için bu zamana dek para çoğunlukla hayatta kalma motivasyonları değil, hayattaki eğlence motivasyonlarıydı. X kuşağının lüks olarak algıladığı çoğu şey Y’nin gündelik yaşantısıyken acilen bir şeyleri değiştirmeleri gerekiyordu. Artık karşılarında hayallerine giden yolun çocukluklarındaki çiçeklerle bezenmiş yolla aynı olmadığı gerçeği duruyordu. Bu gerçekle yüzleşmek doğal olarak çeşitli endişelere sebebiyet veriyordu. Bunun da yanında özellikle ekonomideki kötümser tablo çevrelerindeki insanları da mutsuzlaştırıyordu. Mahalle huzurunun içine doğmuş bu kuşak günden güne insanların sabrının birbirine karşı nasıl da hızla azaldığına şahitlik ediyordu. İşin acı kısmı izlemekten başka yapılabilecek pek de bir şeyin olmaması. İnsanın çokluktan yokluğa geçmesi her zaman daha travmatik olmuştur ya, buradaki de tam o hesap işte.
Sanırım nostalji hissini bu kadar yoğun yaşayan bir kuşak olmamızın en büyük sebebi de öncesinde -ki bundan çok da öncesinde değil- gerçekten farklı ve sevgi dolu bir geçmişimizin olması.
Kuşak Z’den umudumuzu kesmeli mi?
Sanırım bu kuşak en sert eleştirileri üzerine toplayanların başında geliyor. Haklarında ne zaman bir şey okusam ya da işitsem mutlaka bir olumsuzluk da peşlerinden sürükleniyor. Aslında hala daha etkilemeye ve etkilenmeye devam etmekte olan bir kuşak hakkında bir şeyler söylemek pek doğru olmadığından burada konuşacaklarımız yalnızca şu ana kadar gözlemleyebildiklerimizden ibaret. Bu kuşağın üyeleri 2000-2012 arasında doğanlardır. Tam olarak teknolojinin içine doğmuşlardır ve geçen kuşak ucundan bucağından da olsa mahalle kavramına yetişmişken bu kuşakta bu tip kavramlardan bahsetmek için artık çok geçtir. Onların oyuncakları tasolar değil tabletler olmuştur. Doğal olarak iletişimlerinin de diğer nesillere kıyasla çok farklı olduğu bir gerçektir. Bana kalırsa bu iletişim kuramadıklarına değil kendilerine farklı bir dil yaratmakta olduklarına işarettir. Bizim değer olarak algıladığımız şeyleri onların bu şekilde algılamıyor olması onları suçlu yapmamalı.
Tabii ki, bu yazımda üç farklı kuşak arasında çıkarımlar yapabilmek adına genellemelere başvurdum. İstisnalar her zaman vardır ve var olmaya devam edecektir. Hatta bu istisnai durumlar her birimizin hayatında da yer yer olacaktır. Benim asıl vurgu yapmak istediğim nokta hiçbirimizin yalnız olmadığı. “Sadece ben mi bunu düşünüyorum, yalnızca benim mi bu konuda endişelerim var?” gibi düşüncelerden az da olsa sıyrılabilmemiz.
Aslında başarılı bir iletişim ve az biraz da empatiyle insan ilişkilerimizi kolaylaştırmak pek de zor değil, öyle değil mi?
İlginizi çekebilir: Kariyer Hayatında Start-up mı? Kurumsal mı?
Youthall’u takip et iş ve staj ilanlarını da kaçırma!
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.