Birçoğumuz için iş-yaşam dengesini korumak oldukça zor. Kurumsal hayatın getirdiği kültür ve beklentiler, saat fark etmeksizin iş gruplarından gelen bildirimler ve çalıştığınız yerde bir güvenceye sahip olduğumuzu hissetmememiz, sosyal ve profesyonel hayatı bir arada götürmemize, sıkışıp ikisinde de ilerleme kaydedememize neden olabiliyor. Peki, mesainiz bittiği gibi hiç iş düşünmek zorunda kalmadığınız; iş çıkış saatiniz geldiği gibi yalnızca bilgisayarınızı değil zihninizin işle ilgili bölümünü de kapatabildiğiniz bir gerçeklik kulağa nasıl geliyor? İşte Apple TV+’ın sevilen dizisi Severance da tam olarak bu ikilemi ele alıyor.
Şu sıralar ikinci sezonuyla bilim kurgu ve gerilimi bir araya getiren Severance’ta Lumon Industries çalışanları, cerrahi bir prosedürle iş ve kişisel yaşamlarını birbirinden ayırabiliyor. Gelgelelim, bu işlem, çalışanların zihinlerinin ikiye ayrılmasına; gerçek kimliklerine ek olarak yeni bir kimliklerinin ortaya çıkmasına neden oluyor. Başka bir deyişle, çalışanların iş kimlikleri ile gerçek hayattaki kimlikleri iki farklı insan haline geliyor. Dış dünyadaki kişilik (outie) iş kişiliğinin (innie) gün içinde ne yaptığını, nasıl çalıştığını ve işte neler yaşadıklarını bilmiyorken iş kişilikleri de dış dünyadaki kişiliklerin nasıl bir hayatı olduğunu bilmiyor.
Dizi, 2. sezonu itibarıyla bu tuhaf bilim ve Lumon’un asıl hedefleri üzerindeki gizemini korumaya devam ediyor. Gelgelelim, gerçek dünya, Severance’ın arkasındaki bilime ışık tutuyor.
Severance, Gerçek Hayatta da Mümkün mü?

Severance’ın konsepti kulağa oldukça uçuk gelse de aslında nörobilimin ilginç bir alanına dokunuyor. Öyle ki bu uygulamanın gerçek hayatta örnekleri bile bulunuyor.
Zihni ikiye ayrılmış insanlara ait vakalar, 1940’lardan bu yana bulunuyor. Günümüzde hala uygulanan bu prosedür kapsamın epilepsi hastaları, cerrahi olarak zihin ayırma işlemine tabi tutuluyor.
Beynimizin sol ve sağ yarım küreleri, corpus callosum isimli kalın bir sinir lifi demetiyle birbirine bağlıdır. Yukarıda sözünü ettiğimiz cerrahi işlemler ve ve prosedürler üzerine gerçekleştirilen araştırmalar ise ayrılmış beyin yarım kürelerinin bilgiyi bağımsız olarak işleyebildiğini gösteriyor. Londra South Bank Üniversitesi’nden nörobilim ve nöropsikoloji kıdemli öğretim görevlisi Rachael Elward ve nörobilim doktora adayı Lauren Ford’a göre, bu durum şu soruyu gündeme getiriyor: “Bu prosedür, tek bir beyinde iki ayrı zihin yaratıyor mu?”
Şöyle ki, bu prosedürden geçmiş bir kişi ile konuşurken, beynin konuşmayı kontrol eden kısmı olan sol yarım küre ile iletişim kurmuş oluyorsunuz. Öte yandan, bazı hastaların sağ yarım küre aracılığıyla yazı yazarak ve Scrabble oyunundaki harfleri kullanarak iletişim kurabildiği de biliniyor.
İki Yarım Küre Arasında Çatışma
Bununla birlikte, hem Severance’ta hem de gerçek dünya örneklerinden gördüğümüz üzere, zihni ikiye ayrılmış insanlarda iki beyin yarım küresi arasında bir çatışma meydana gelebiliyor.
Daha önce bu prosedüre maruz kalan genç bir hastaya gelecekte hangi mesleği yapmak istediği sorulduğunda, sol beyin yarım küresi ofis ortamında teknik çizimler yapmayı seçerken sağ yarım kürenin verdiği cevap “otomobil yarışması şeklinde olmuştu. Ayrıca, zihni ikiye ayrılmış kişilerde kişinin elinin iradesi dışında hareket etmesine neden olan “yabancı el sendromu” gözlemlendiği de biliniyor. Tüm bu gözlemler, tek bir beyinde iki ayrı bilince sahip kişiliğin bir arada var olabileceğini ve ikisinin birbirlerinden farklı hedeflere sahip olabileceğini düşündürüyor.
Yıl 1994: Neil Vakası
Severance’ta ise hem innie hem de outie kişiliklerinin konuşmadan sorun yaşamadan iletişim kurabilmesi, dizideki kurgusal prosedürün beyin yarım kürelerini ayırmaktan çok daha karmaşık bir prosedür olduğuna işaret ediyor. Buna benzer karmaşık bir vaka, 1994 yılında karşımıza çıkıyor.
Epifiz bezi tümörü sonrası çeşitli sorunlar yaşayan Neil isimli bir genç, günlük yaşadığı olayları hatırlamakta, okulda öğrendiklerini tekrar etmekte sorun yaşıyor, okuma yetisini kaybettiği halde hala yazabiliyor ve nesnelerin isimlerini söyleyememesi karşın resimlerini çizebiliyor. Tüm bunlara rağmen eğitimine devam etmeyi başaran Neil, araştırmacıların dikkatini çekti ve uzmanlar, tüm bunlara rağmen okul ödevlerini nasıl yapabildiğini anlamak amacıyla Neil’ı mercek altına aldı.
Okula Laurie Lee’nin “Cider with Rosie” isimli romanını okuyan Neil, araştırmacılar romanı hatırlayıp hatırlamadığını sorduğunda hiçbir şey hatırlamadığını; hatta romanın adını bile bilmediğini söylüyordu. Araştırmacılar kitap hakkında yazmasını istediklerinde ise Neil, kitapla doğrudan bağlantılı şeyler yazabiliyordu. Tabii, Neil yazdıklarını okuyamadığı için ne yazdığı bilmiyor, “Ne yazdım?” diye soruyordu.
Buna ek olarak Neil, hastanede tanıştığı bir adam gibi kaybolduğu düşünülen bazı anılarını da yazıyla aktarabiliyordu ancak bu anıların varlığından yalnızca onları yazdıktan sonra haberdar oluyordu. Bu vaka, bilinçli olarak erişilemeyen ancak hala mevcut olan anıların var olabileceğini gösteriyordu.
- Benzer bir durum Severance’ta da karşımıza çıkıyor. John Turturro’nun canlandırdığı Irving’in gerçek dünyadaki hali, çalıştığı yerde bulunan uzun ve karanlık bir koridorun resimlerini yapıp duruyor, ancak resmettiği şeyin ne olduğunu hatırlayamıyordu.
Severance, İki Lobu Birbirinden Ayırmaktan Çok Daha Fazlası Olabilir

Beynimizin çalışma gününü hatırlamakla ilişkilendirilen bölgesi “hipokampus” olarak biliniyor. Bununla birlikte, bu bölge aynı zamanda “mekan temsili”ni de destekliyor ve böylece işle ilgili anılarımızı hatırlamamızı sağlamanın yanında ofis düzenimizin bilince olmamızı da mümkün kılıyor. Bu nedenle, dizideki kurgusal prosedürün hipokampus ile ilişkili olabileceği düşünülüyor.
Bu bölge, deneyimlerimizi daha sonra hatırlayabileceğimiz bölümlere ayırıyor ve böylece yeni bir mekana adım attığımızda yeni bir bölüme geçiş yaptığımızı anlamamızı sağlıyor. Hipokampus ile mekansal sınırlar arasındaki ilişkinin, innie ve outie arasındaki geçişi tetikleyebileceği değerlendiriliyor. Dizide de karakterlerin outie kişiliklerinden innie kişiliklerine geçişi bir asansör vasıtasıyla sağladıklarını düşündüğümüzde de bu teori kulağa oldukça mantıklı geliyor.
Öte yandan, bu prosedürün hipokampus üzerinde gerçekleştirilen basit bir müdahale olduğu fikrinin karşısında iki unsur duruyor:
- Çalışanlar, şirket hakkındaki genel bilgiler gibi “sematik bilgileri” hatırlayabiliyor, ancak bu bilgiler, dış kimliklerine aktarılmıyor. Buna ek olarak, outie’ler, ödül ve ceza ile ilişkilendirilen “duygusal anılar” da oluşturabiliyor. Bu tür bilgilerin hipokampusun değil, beyin genelinde geniş bir epizodik bellek ağının parçası olduğu biliniyor. Bu ağ, hatıralın geri çağrılması sırasında aktif hale geliyor.
- Bir diğer unsur ise belleğin, algı, dikkat, dil ve daha bir çok farklı süreçle yakından bağlantılı olması olarak karşımıza çıkıyor. Bu da uzmanların, insan hafıza sisteminin tamamen ikiye ayrılacak kadar basit olmadığı sonucuna ulaşması ile sonuçlanıyor.
Ne Kadar Gerçekçi?
Severance’taki prosedürün ne kadar gerçekçi olduğu sorusunun cevabını, dizinin danışmanlarından olan beyin cerrahı Dr. Vijay Agarwal veriyor. Bilimsel olarak “oldukça yakın” olduklarını belirten Agarwal, dizideki prosedürün gerçek ameliyatlara benzer olduğu; dizideki bilimsel temelin mantıklı olduğunu ifade ediyor:
“Bence şu anda beynin potansiyelini henüz çok az da olsa keşfetmeye başlıyoruz ve önümüzdeki dönemde beyni ve işlevlerini değiştirme yeteneğimizde büyük ilerlemeler göreceğiz.”
Agarwal, son yıllarda beyin biliminde önemli gelişmeler yaşandığına da dikkat çekiyor. Her ne kadar beyni ikiye ayırmasalar da Elon Musk’ın Neuralink çipi ve Synchron gibi teknolojilerin işlevleri “değiştirmek, geliştirmek veya yerine koymak” amacı taşıdığını belirten Agarwal, “Bu teknolojiler, beyin-bilgisayar arayüzü cihazları olarak adlandırılan bir grubun parçası. Bu alanda onlarca yıllık araştırmalar yapıldı ve şimdi bu teknolojilerin beyne başarıyla yerleştirildiğini ve kullanıldığını görüyoruz.” ifadelerini kullanıyor.
Ne Derece Mantıklı?
Gelelim, Severance’takine benzer bir prosedürün ne kadar mantıklı olduğu sorusuna. Pek çok kişi şakayla karışık da olsa böyle bir prosedürün gerçek hayatta ne kadar iyi olacağını söylüyor. Öte yandan, şöyle durup bir düşündüğümüzde iş ve özel yaşamı tamamen ayırmak kulağa ne kadar mantıklı geliyor?
Psikolog Dr. Jade Thomas, prosedürün bazı avantajları olabileceğini düşünüyor. Özellikle iş hayatındaki toksik stres faktörlerinin unutulmasının sosyal hayatımız üzerinde olumlu etkiler doğurabileceğini belirten Thomas, bunun ruh sağlığımızı iyileştireceğinin de altını çiziyor:
“Birçoğumuz, e-postaları veya mesajları sürekli kontrol etme alışkanlığı nedeniyle iş-özel hayat dengesiyle mücadele ediyoruz. Bu da özel hayatımızda ne kadar var olabildiğimizi etkileyebiliyor,”
Öte yandan, Thomas, bu prosedüre karşı şüphelerini de dile getiriyor. Günün sonunda asıl amacın hayatın iki yönünün de birlikte ve uyum için var olmasını sağlamak ve dengeyi korumak olduğunu belirten Thomas, “Mesele zamanınızı tam olarak %50 iş, %50 özel yaşam şeklinde bölmek değil, her iki alanda da tatmin duygusuna sahip olmaktır.” şeklinde kaydediyor.
Diziyi izleyenlerin de bileceği üzere karakterlerimiz için durum pek de iyi gitmiyor. Sonuç olarak, işi tamamen unutmaktansa bize hem tatmin hem de anlam katan, bunu yaparken özel hayatımıza da yer açan bir iş bulmaya odaklanmak çok daha gerçekçi ve sağlıklı bir karar gibi gözüküyor.
İlginizi çekebilir: İş-Yaşam Dengesini En İyi Sağlayan 5 Ülke