30 yıl önceydi.
Kırklareli’nden kalkıp üniversite için İstanbul’a gelmiştim. İlk önce yatacak bir yer bulmak gerekiyordu. Dönemin İstanbul’daki en büyük erkek yurdu olan Atatürk Öğrenci Sitesi’nde 4 kişilik bir odada yerimi ayarladım. Odaya çıktığımda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Salih karşıladı beni. O da Şanlıurfa’dan gelmiş ve koca kitapların içine gömülmüştü. Zaman içinde odaya bizden başka geçici dönem gelip gidenler de oldu ama biz 3 yılı aşkın süreyi yan yana geçirdik.
Hayattaki en önemli kahramanlarımdan biridir. Üniversitede öğrendiklerimin yanısıra benim için en önemli okullardan biri yurt odasında Salih ile yaptığım sohbetler olmuştur. Felsefe, siyaset, tarih dolu bu sohbetler beni dönüştürürken, küçük bir şehirden yanımda getirdiğim tüm önyargıları paramparça ediyordu. Yıllar sonra bugün iş dünyasında bilinçsiz önyargı (unconscious bias) kavramı ile karşılaşınca, Salih ile yaptığımız sohbetlerde karşılaştığım sorular ile önce nasıl afalladığımı, sonra başka açılardan bakmamı sağlayınca dünyamın nasıl zenginleştiğini ve böylelikle bir şeyi peşinen kabul etmeden önce sorgulamayı en çok da ondan öğrendiğimi hatırlayıp minnet duyuyorum.
Dünyamın genişlediği bu akşam buluşmalarının sabahında eğer hava da güzel ise Topkapı’daki yurttan Göztepe’deki kampüse Eminönü-Kadıköy vapuru ile geçerdim. Haydarpaşa’nın önünden geçtiğim bazı keyifli sabahlarda o Yeşilçam repliğini mırıldanırdım: Seni Yenicem İstanbul!
20 yıl önceydi.
4 yıllık banka müfetişliği döneminin ardından bankanın en büyük pazarlama projelerinden birine görevlendirilmiştim. Önemli bir uluslarası danışmanlık firmasından destek alınıyor ve 90’lı yılların sonunda bankaların daha yeni yeni odaklanmaya başladıkları KOBİ’lere yönelik hizmet modelini geliştirmemiz isteniyordu.
Projede birlikte çalışmam istenen kişi İsveç’li Philip’ti. 5-6 ay boyunca gece gündüz uzun saatler yan yana çalışarak geçirdik. Bir diğer önemli kahramanımdır; ondan çok şey öğrendim. Proje kapsamında bir çok kişiden görüş alırdık; aslında bu kişilerdeki netliğe bakılırsa danışmanlık almaya bile gerek yoktu! Oysa Philip kim ne derse desin, argümanlarını data, veri ile ispat etmek istiyordu. Akşam geç saatlere uzayan çalışmalarda, yapmış olduğu Excel analizlerine dayanarak hepimizi karamsarlığa iter, ertesi sabah Yönetime hazırladığı sunumlarda bu bulguların içindeki fırsatları gösterip herkese iyimserlik aşılardı. Bana kattıkları için minnettarım; onun sayesinde analitik pazarlama alanında yeni bir kariyer yolu açıldı önümde.
10 gün önceydi.
Deniz’de 5-6 aydır üzerinde çalıştığımız Data Science (Veri Bilimi) Programının lansmanını yaptık. Bu program kapsamında 2,500 kişi arasından seçilmiş 20 yeni Data Scientist ile mevcut arkadaşlarımız arasından seçtiğimiz 25 arkadaşımıza sunacağımız kapsamlı eğitim ve gelişim planının tanıtımını yaptık. Sektörde bu ölçekte bir programa ilk kez imza atmanın heyecanını yaşıyoruz.
Bu program kapsamında birbirimizden öğrenerek veriden iş yaratmayı amaçlıyoruz. Teknoloji bölümlerinin içinde veriyi çok iyi kullanan arkadaşlarımız her zaman vardı. İş birimlerinin içinde de konularına çok hakim arkadaşlarımız. İşte bu program ile bu iki dünya arasında daha güçlü bir köprü kurma iddiasındayız. Lansman sırasında Veri Bilimi’nin Aristo’ya dayanan hikayesini dinlediğimde, işin özünün önce doğru soruları sormak olduğunu, bilinçsiz önyargılara kapılmadan sorgulamak olduğunu öğrendik. Her yerde big data (büyük veri) konuşuluyor ama bundan da önce büyük sorularımız olmazsa verinin büyüklüğünün yarardan çok zararı var.
Lansman heyecanı ile eve geldiğimde akşam oğlum Bora’ya bu programı anlattım. Bora, 17 yaşında, benim İstanbul’a geldiğim yaş. Son dönemde o da veri bilimi konusuna çok odaklandığı için ilgi ile dinledi. O’nu ilgili görünce kendi dönüşümümü, kahramanlarımı, Salih’i, Philip’i de aktardım. O’nun da veri bilimi ile İstanbul’dan dünyaya nasıl açılabileceğini dinlerken aklımdan şu repliği geçirdim: Seni Yenicem Data!
Gelecek önyargısız şekilde sorgulayabilen ve işinin odağına veriyi koyanlar için daha güzel gelecek!