Mantık Safsatası Nedir? Safsatadan Nasıl Kaçınılır?

Her tür tartışmada bir “tartışma adabı”ndan söz edildiğini duymuşsunuzdur. Peki, argümanlardaki hatalı akıl yürütme anlamına gelen “safsata” kavramını biliyor muydunuz? Özellikle son zamanlarda sosyal medyada sıkça duyduğumuz safsata kavramını ve bazı popüler safsata örneklerini biraz inceleyelim.

Dilimizde “boş, temelsiz, asılsız söz” anlamında da kullanılan safsata, argüman teorisinde “Tartışmada karşı tarafı mağlup etmek ya da etmiş gözükmek için kullanılan hatalı akıl yürütme” manasına geliyor. Mantığın kör noktası olan safsataların en temel özelliklerinden biri karşı tarafın argümanıyla ilgilenmeyip argümanla alakasız konulara sapmak veya argümanı çarpıtmaktır. Şimdi sık kullanılan bazı safsata örneklerine bakalım.

Ad Hominem (Kişiliğe Saldırı)

Latince “kişiye karşı” anlamına gelen bu safsata (Ad=karşı, homo=kişi, insan), karşı tarafın argümanına cevap vermek yerine karşı tarafın gerçek veya sözde kusurlarına vurgu yaparak onu itibarsızlaştırmaya çalışır.

Örn: “Bitkisel tarıma geçilmesini savunuyorsun ama senin bir işin dahi yok, seni neden ciddiye alalım?”

Örnekteki cümleyi söyleyen kişi, bitkisel tarıma geçilmesini öneren rakibinin konuyla alakasız iş durumuna vurgu yaparak hem asıl argümana cevap vermekten kaçınıyor hem de potansiyel dinleyicilerin gözünde karşı tarafın itibarını karalamaya oynuyor.


False Dilemma (Yanlış İkilem)

Hayatta pek çok şeyin siyah-beyaz netliğine indirilmesi zordur, ancak yanlış ikilem safsatası, herhangi bir konuda yalnızca iki seçenek olduğu ve bunlardan birinin seçilmesi gerektiği yanılgısını yaratır. Böylece tartışmada yanlış ikilem safsatasına maruz kalan taraf, benimsemediği iki seçenekten birini seçmek zorunda bırakılır.

Örn: “Her yere yürüyerek gitmeyi sorun etmiyorsan ehliyet ve araba alma tabii.”

Bu cümleyi söyleyen kişi, ehliyet ve araba almama tercihinin karşısına “her yere yürüyerek gitme”yi tek seçenek olarak yerleştiriyor. Oysa ehliyet ve arabası olmasa da insan toplu taşıma kullanarak gideceği yerlere ulaşabilir. Dolayısıyla “Ya araba sür ya her yere yürü!” söylemi, üçüncü bir seçeneği göz ardı ettiği için yanlış ikilem safsatasıdır.


Slippery Slope (Felaket Tellallığı)

Türkçe’de “önünü alamazsıncılık” olarak da ifade edilebilecek bu safsata; bir karar, tavır veya seçimin zamanla bir çığ gibi büyüyüp çok daha kötü sonuçlara yol açacağı korkusuna oynar.

Örn: “Bu akşam ödevini yapmazsan dersi geçemezsin, dersi geçemezsen okulunu bitiremezsin, okulunu bitiremezsen iş bulamazsın, iş bulamazsan parasız kalırsın, parasız kalırsan evsiz olup sokakta yaşarsın.”

Ödev yapmayı geciktirmek kadar basit bir noktadan başlayan argüman abartılı bir nedensellik örgüsüyle evsiz kalıp sokakta yaşamaya kadar geliyor. “Acaba şu anki ufak bir taviz daha büyük sorunlara yol açar mı?” şüphesini paranoya derecesine çıkaran felaket tellallığı, başlangıç durumu dışında hiçbir makul neden sunamadığı için bir mantık safsatasıdır.


Safsataya zaafımız neden?

İstatistiki, toplumsal ve kişisel safsatalar neden akla yatar da mantıklı çıkarımlar içimize sinmez? İnsan beyni basit gözlemler yaparak öğrenir. Bebekler yürümeden önce yerde oturup “Acaba nasıl adımlar atarsam dengemi sağlayıp ilerleyebilirim?” diye düşünmez. Mantığa dayalı bir plana uymak yerine bizzat yürümeyi dener ve başarısız oldukları her seferde ne yapıp yapmamaları gerektiğini anlarlar. Yürümelerini sağlayan yöntemleri tekrarlar, işe yaramayan yöntemleri denemezler. Oldukça basit bir örüntü tanıma (pattern recognition) sistemi.

Düşünün, ilkel çağlarda bir insan ormanda otların oynaştığını gördüğünde “Bu bir avcı hayvan olabilir” diyip kaçar ve ilerlediği yolu değiştirir. Bu ilkel insan mantıksal çıkarım yapsaydı “Otların oynaştığı neredeyse her on seferin dokuzunda arkasından avcı hayvan çıkmadı. Şimdi bu korkuyla yolumu değiştirirsem çok vakit kaybedip yorulacağım.” diyebilirdi, ancak insanlığa çok uzun yıllar boyu ormanın tehlikeleri içinde böyle bir mantık gerekmedi.


Safsataya düşmemek için ne yapmalı?

Elbette ilkel insanın sezgiye dayalı düşünme tarzı ilkel beynimize hatta orman koşullarına daha uygun. İkinci biçimde mantıkla düşünebilmek içinse kendimizi eğitmeli, sık sık mantıkla düşünme pratiği yapmalı ve her yargımızı mantık süzgecinden geçirip “içimizden gelen ses”in yanıltıcı olabileceğini kabullenmeliyiz. Yine de sezgiler ve ilkel düşünme de tecrübeyle gelişip bize pek çok zaman yol gösterir. Öyleyse en ideali, saf mantık yahut saf sezgiyle yaşamak değil, hayatımızın ve zamanımızın koşullarına göre mantığımızı ve sezgilerimizi sentezlemek; bu ikisinin birbirini sorgulamasına ve birbirine göz kulak olmasına izin vermektir.


İlginizi çekebilir: Düzenli Yazmanın İyileştirici Gücü Ve Psikolojik Faydaları

Youthall’u takip et iş ve staj ilanlarını da kaçırma!

Bir yanıt yazın