İlk kez tam 20 yıl önce sahneye çıkmıştım. Sahne dediysem, eğitim vermek için birilerinin önünde önceden çalıştığım bir şeyleri sunmak için. Bunu yapabilmek adına “eğiticinin eğitimi” almıştık. 3 gün boyunca türlü türlü hallere girip, sahne korkusunu bastırmanın, zor anlarla başa çıkmanın inceliklerini öğrenmiştik. Son akşamın finalinde ise, hep birlikte “Ölü Ozanlar Derneği” filmini izleyerek, sahnede söylediklerimizden, tavrımızdan sorumlu olduğumuz duygusunu damarlarımıza kadar işleyip gönderdiler.
Bankanın önemli bir dönüşümü vardı; bir çok ilde yüzlerce arkadaşla buluşmuştum. Üzerinden 20 yıl geçtikten sonra, bankacılık sektöründe bunca fırtınalar kopmuş ve herkes bir yerlere savrulmuşken, birisi ile karşılaşıp o günleri hatırlattığında, öylesine duygulanıyorum ki…
Bu dönemin ardından da eğitim verdiğim dönemler oldu; hatta Deniz Akademi’nin kuruluş aylarında her fırsatta kendimi sahneye atardım. Bu kadar çok sevmeme karşın, son dönemde eğitim verme şansı bulamıyordum. Şimdiki insan kaynakları rolüm gereği, sıklıkla sahneye çıkmak gerekiyor ama sıkı sıkı ders çalışıp bunu aktarmanın keyfi başka.
Son sahnelerden birisi de geçen hafta Audit & Finance Camp etkinliği kapsamında oldu. Bu mesleği düşünen iddialı 90 üniversite öğrencisi ile buluştuk ve onlara meslek tercihlerine de yön vereceğini düşünerek MBTI kişilik envanterinden bahsetmek istedim. Bunun için hazırlık yaparken kendimi de yeniden süzgeçten geçirmiş oldum. İlk kez 2008 yılında Dexia Corporate University’de eğitimini almış; hatta o dönem bir süreliğine Akademi’de çok faydalanmıştık. Benim tipin açıklamasına bakınca, aynen şöyle yazıyordu: “Doğuştan eğitmenlerdir. Direkt işleri olmasa bile mutlaka bir şekilde eğitim ile ilgilenirler.”
İçimdeki sahne sevdasının psikolojik temellerini de buldum; rahatladım! İşin esprisi bir yana, 20 yılda eğitim vermek de ne kadar değişti! “Evernote” kullanarak eğitimi aktif dinlemeyi öneren biri olarak, dinleyicilerin telefonlarını bırakmalarını değil; bilakis kullanmalarını isterken, nereden bilebiliriz ki sosyal medyada gezinmediklerini? Bugünün eğitiminde dinleyiciyi bu rolden çıkarıp, aktif içerik üreticisi haline getirmedikçe, kimsenin kimseyi dinlemediği bu çağda etkili eğitim sonucu alma şansı az!
20 yıl sonra, 4 yıldır devam eden kurumsal “BAU MBA” kapsamında insan kaynakları dersi vermeye kalkışınca öğrenci oluverdim yeniden. Dersten önce ve sonra okumalar, izlemeler, proje ödevleri, vaka çalışmaları ile ders hazırlıkları yaparak, dersi konularını onların sunmasını sağlayıp, tek bir sunum sayfası olmadan ama her dakikasının akışını önceden planlayarak, bu arada zaman zaman kendimizi “akışa” kaptırıp, ortaya birlikte ve her defasında sadece bize ait olan bir içerik çıkartarak, sadece sınıfta kalmayıp, ortak sosyal platformda da öğrenme sürecini devam ettirerek “şahane” bir deneyim yaşıyorum kendi adıma.
Kurumsal dünyada eğitim verenler olarak işimiz her geçen gün daha da zorlaşıyor. Eğitime katılanların odaklanmasını sağlamanın zorluğu ve onları akışa dahil etme dert değil; daha da önemlisi iş dünyasının değişen dinamikleri içinde bu dönüşüme kafa olarak önce hazır olabilmek ve sonra da onları ikna edebilmek…
Bu satırları yazarken ilk günlere geri döndüm ve Ölü Ozanlar Derneği’nin o müthiş final sahnesini bir daha izledim. 1989 yılı yapımı filmin sonunda öğrencileri, standart akışın dışında onlara şiiri, edebiyatı sevdiren, kendilerini gerçekleştirmeye teşvik eden öğretmenleri Mr.Keating okuldan uzaklaştırılırken sıraların üzerine çıkarak haykırırlar: “O’ Captain! My Captain!”
Bugün şirketlerimizin dönüşmesi ve uluslararası düzeyde rekabetçi olabilmesi için bizim de öğretmenlerinin arkasından haykıran öğrenciler gibi, bilimin, çağdaş eğitimin peşinden giden, soran, sorgulayan bireyler olmamız ve onlar gibi haykırmamız gerekiyor:
“O’ Captain! My Captain!”