Her farklı sosyal özelliğimiz bir kimliğe işaret eder. İnandığımız din, sahip olduğumuz özellikler, dilimiz, mesleğimiz, politik görüşlerimiz ve daha fazlası… Kimliklerimiz de yine bizlerin deneyimleri çevresinde gelişerek, hayatımızın farklı evrelerinde farklı hızlarda gelişirler. Kimlik bilinci de hepimizin kalbinde değişik anlamlar taşıyarak organize olur. Kimlik bilincimiz kimi zaman sosyal yapılardan; kimi zaman da kendi hür seçimlerimizden etkilenerek oluşur, diyebiliriz. Birey, tüm bu kimlik bütünlüğünü oluştururken; onu yalnız bırakmayan bir de toplum olmalıdır.
Son zamanlarda sosyal medya ve farklı iletişim araçlarıyla beraber kimlik kavramının da değişikliğe uğradığını görüyoruz. Benlik, gerçek hayat ve sanal hayatta birbirinden zıt kutuplara yerleştirilebiliyor. Literatüre yeni kavramlar da ekleniyor: dijital ve siber kimlik gibi… Bu durum yalnızca birey üzerinden gerçekleşmiyor, toplumların da norm çatışmaları yaşamalarıyla birlikte kimlik değişikliklerine uğradığını anlayabiliyoruz.
Yine de, belirli bir coğrafya içerisindeki halkın tarihi ve gelenekleri, uzun zamanlar boyunca sabit kalarak onları diğer toplumlardan ayırıyor. İşte burada da kültürel kimlik devreye giriyor. Kültürel kimlik kısaca, bireyin kendisini ait olduğu toplum içinde nasıl tanımladığı ve yine bu toplum sayesinde kazanmış olduğu belirli değerler ve davranışlar bütünü olarak tanımlanabiliyor.
Kültürel kimlik, bireyin kendisinin seçme şansı bulunmayan, doğduğunda ona atanan kimliklerden biri, anlamına geliyor. Yine de tüm bu oluşma aşamasına rağmen birey ve kültürel kimliği arasında bir bağ kurulduğunu görebilir, bunu kendimizde de hissedebiliriz. Bir bakıma ailemiz, kan bağımız ve temellerimiz bu kimliğin temellerinde yatmaktadır.
Kimliğimiz bizim karşımıza aynı zamanda alt-üst tartışmalarını da çıkarıyor. Burada da, dünyanın dengesinin iki zıt kutupta toplandığını fark ediyoruz. Örneğin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak bir üst kimlik olarak sayılırken; diğer bütün kimlikler alt kimlik örneği olarak görülüyor. Tüm bu ayrımlar ise, tartışmaları da beraberinde getiriyor. Bir kimlik, üst kimlik olarak belirlendiği zaman diğer kimliklerimiz zan altında kalmaz mı? Bu tartışmaların cevabı ise yine yalnızca bizlerde, kendimizi nereye ait gördüğümüzde saklanıyor aslında.
Schnell, bize kültürel kimliğin birçok farklı bileşeni olduğunu aktarmıştır. Bu bileşenlerden birkaçını şöyle ifade edebiliriz: Baskın ve yabancı etnik gruplarla temaslar, farklı uluslara duyulan sempati, cinsiyet rolü yönelimleri, ulusal veya dini bayramlara katılım, dil kullanımı ve dil ustalığı… Burada dikkatimizi çekmesi gereken bir unsur bulunuyor, Schnell bize kültürel kimlik bileşenlerini açıklarken aynı zamanda kimliğin yalnızca varolmakla değil; kendimizi sorgulamakta da yattığını ima ediyor.
Bizden bir öneri: Kimlik, aidiyet ve bu kavramlar çerçevesinde şekillenen yeni kavramlar öğrenmek ve ufkunuzu genişletmek isterseniz Amin Maalouf’un Ölümcül Kimlikler adlı kitabına bir göz atabilirsiniz!
İlgini Çekebilir: Çalışma Ortamındaki Kültürel Farklılıklarla Baş Edebilme Gücü: Kültürel Zeka